Metal Gear Solid 4: Guns of the Patriots
Posted by Anıl | Posted in oyun | Posted on 20:30
Metal Gear Solid'i son bıraktığımda ekranda yazılar akıyordu. Bir de parça vardı fonda insanın boğazına bir şeyler düğümleyen (bkz. Way to Fall). Aradan kaç zaman geçmiş bilemiyorum. Herkes bir şeyler söylüyor ya bu Hideo Kojima mucizesi hakkında, "Bir oyundan fazlası" görüşünde hemfikirler ya hani, o gün gözlerimden birkaç damla yaş süzülürken nedenini anlamıştım bunun. Adı konulamaz bir duygu seli yaşatıyordu bu interaktif film. Snake Eater'in üstüne koyulamayacağını düşünüyordum o zamanlar. Şimdi, Guns of the Patriots'dan sonra bakıyorum da bu muhteşem seri PlayStation için değil, PlayStation Metal Gear Solid efsanesi için üretilmiş...
Metal Gear Solid 4: Guns of the Patriots hiç kuşku yok ki üçüncü oyunun boğazda bıraktığı yumruyu her açıdan daha da sağlamlaştırıp, ekran karşısındaki oyuncunun sıdkını sıyırıp, soluksuz bırakabiliyor. Oyunun henüz başındaki Orta Doğu bölümü ve Act 2'deki Güney Amerika macerası eski maceraların havasını yakalasa da nirvanaya Act 3 ile birlikte tırmanmaya başlıyorsunuz. Özellikle Avrupa'da geçen ve sizi Big Mama'ya ulaştıracak olan o takip sahnesini hangi filmde görseniz bu denli etkilenirsiniz ki? Sonrası malum, ışıltıların buram buram kasvet dağıttığı tipik Avrupa sokaklarındaki kovalamaca ve en nihayetinde müthiş bir ortamda Liquid'den yenilen yığınla şamar... Snake'nin "Ocelot" haykırışı...
Act 4 ile birlikte Hideo Kojima'nın benzersiz sürprizine maruz kalıyoruz. Hoş da oluyor... Her şeyin başladığı yerde, Shadow Moses adasındayız... Değişen hiçbir şey yok. Sadece geride bırakılan anılar Snake'yi eski gücünden mahrum bırakmış, biz yine de anılarımıza tutunuyoruz. Asansör olduğu yerde, helikopter pisti bıraktığımız gibi... Sigara dumanını tüttüren o kar maskeli asker yok belki ama ondan saklanırken el izlerimizi bıraktığımız duvar da orada işte. Nostalji dediğimiz şey hiç bu denli güzel olmamıştı o ana dek. Tam "Yeter artık Kojima" dediğimiz anda çalmaya başlayan "The Best Is Yet to Come" ile aptala dönüyoruz ekranın karşısında. O an hiç bitmese istiyoruz... Her şeyi başladığı yerde bitirmek için gelmiştik ne de olsa. Durmak yakışmazdı Snake'ye.
Shadow Moses'e bir kez daha veda edişimiz eskisinden de buruk oluyor. Liquid'i ve Guns of the Patriots'u durdurabilmek için Outer Haven'de buluyoruz kendimizi. Herkes birbirinin gözünün içine bakıyor, tutunulacak tek bir dal kalmış; umut. Snake oyun boyunca sürekli kötüyü giden sağlığına karşın son bir hamle yapıyor. Geldiğimiz nokta itibariyle biliyoruz ki acı çekerken yalnız kalmak zorundayız (bkz. I need to be alone while I suffer). Screaming Mantis ile yaşanan büyük kapışmanın ardından işte o uzun koridordayız. Snake ayakta zor duruyor, beli ve ciğerleri ona ihanet edecek neredeyse. Bu durumda yapılacak en doğru seçim i-pod'dan "The best is yet to come"yi o uzun koridor boyunca size eşlik etmesi için seçmek. Zihniyle bir kez daha hesaplaşıyor Snake yolun sonuna kadar. Koridorun sonuna yaklaştıkça artan gerilimi anlatabilmek mümkün değil. Kendinizi kaybedip "Dayan be aslanım, dayan be Snake!" diye haykırabilirsiniz farkında olmadan. Her şeyin sonunda, Liquid ile hesaplaşabilmek için müthiş bir yerdeyiz. Snake Eater'in sonunda The Boss'u ile çiçekler arasında yapılan büyük kapışmayı bile unutturabilecek cinsten. Bu sahne ile tartışmasız oyun tarihinin en muhteşem, en duygusal ve en unutulmaz finaline imza atıyor Guns of the Patriots.
En nihayetinde isimsiz bir kahramandır Snake. Oyunun bitimiyle birlikte izlemeye başladığımız videolarda da bunu rahatlıkla kavrayabiliriz. Herkes bir şekilde biraradayken, Snake uzaklardadır. Snake Eater'da da benzer bir tema çok güzel yansıtılmıştı. The Boss ile Snake'nin hikayesinden bahsediyorum. Birileri uğruna, savaştığı şeyler için bir şeylerden feragat etmek zorundadır ve bu çoğu zaman can olur. Siz kahraman olarak addedilirken, sizinle aynı doğrultuda ilerlerleyen dostlarınız durum gereği vatan haini ilan edilebilmektedir. Savaşta sonuç vardır, mantık yoktur.
"Son, you've got a way to fall
They'll tell you where to go
but, they won't know"
Comments (0)
Yorum Gönder