The Damned United
Posted by Anıl | Posted in sinema | Posted on 12:45
"Well, I might as well tell you now. You lot may all be internationals and have won all the domestic honours, there are to win, under Don Revie. But as far as I'm concerned, the first thing you can do for me is to chuck all your medals and all your caps and all your pots and all your pans into the biggest fucking dustbin you can find, because you've never won any of them fairly. You've done it all by bloody cheating."
İnsan hayatının en büyük başarısını unutur mu? Ben de unutmam... Sene 2006. Erzurumspor'un başındayım. Daha sonra askerlik görevimi yerine getireceğim şehrin futbol takımını yönetiyorum. Mavi beyazlı ekibe imza attığım gün işlerin birkaç sene sonra geleceği noktayı tahmin dahi edemiyorum. Ancak alınması gereken çok fazla yol var, bunu biliyorum. Tesis ve stadyum bakımından yetersiz, neredeyse seyircisiz bir kulüp Erzurumspor. Öyle ki futbolcular antrenmanlarını dahi biçilmemiş çimlerde yapıyorlar. Şartlar zor, Anadolu'da her daim olduğu gibi... Eldeki kısıtlı bütçeyi transferlere zor yetiştiriyoruz. Alt liglerden oyuncu izliyor yardımcılarım. Ucuz ama yetenekli, lakin üst ligler için gelecek vaadetmeyen genç isimler bunlar. Aşı tutuyor... O vakitler 2.Lig B Kategorisi olarak adlandırılan ligden 2.Lig A Kategorisi'ne yükselmeyi başarıyoruz. İşler haliyle çok daha zor... 2 yıllık bir süre içerisinde kendimizi Süper lig'de buluyoruz. Asansör takım olmaya hiç mi hiç niyetimiz yok. Süper Lig'de heyecanın dolu dolu yaşandığı 4 müthiş sezona 2 şampiyonluk ve 1 UEFA Kupası sığdırıyoruz. Tüm zamanların en büyük başarı hikâyesi böyle yazılıyor işte.
Bir rüya değildi bu... Futbol ile az biraz ilgilenenler bilir... Championship Manager'den bahsediyorum pek tabii. Hayat hiç kolay değil. Futbol da öyle... "Aslında basit bir oyun" diyenlerin dahi paradoksudur aslında. Yukarıda okuduklarınız, bir oyun olmasaydı eğer, "gerçektir" diyebilir miydiniz - ki oyunda bile saygı uyandıracak denli zordur. Küçük bir kasabanın futbol takımına önce ulusal liglerde, akabinde Avrupa genelinde saygı uyandırmak kolay mıdır? Kolay olmadığı kesin, ancak imkansız değil. Brian Howard Clough ettiğimiz bu kadar kelamın öznesidir bir bakıma.
Futbolculuğunda 213 maça 197 gol sığdırmış, ancak tüm bilinirliğini teknik direktörlük günlerine borçlu olan bir adam Brian Clough. Yılların Nottingham Forest efsanesini yaratan, o takıma saygı duyulmasını sağlayan da ondan başkası değil. Hırsın ve tutkunun, düşmenin ve kalkmanın, aynı zamanda saplantıların hikâyesi onunki. Ve en nihayetinde başarının...
1967 yılında Derby County'den gelen teklifi kabul ettiğinde piyasadaki en genç teknik adamlardan biridir. Yardımcılığına seçtiği Peter Taylor'un kariyerinde büyük pay sahibi olacağını o vakitler bilmemektedir. Clough takımı devraldığında County 2.Lig'in dibine demir atmıştır. Basamaklar birer birer tırmanılır. 1968/69 sezonunda Derby en yakın rakibinin 7 puan önünde şampiyon olarak 1.Lig'e yükselir. Şimdiki adı Premier Lig olan ligi o yıllarda Don Revie yönetimindeki Leeds United kasırgası domine etmekteydi. Yine de Brian Clough'lu Derby ligdeki ilk sezonunu 4.sırada tamamlayıp Avrupa kupalarına katılma hakkı kazandı. Hoş, mali yetersizlikler yüzünden Avrupa'da mücadele edemeyeceklerdi. 1971/72 sezonuna gelindiğinde Derby kendini şampiyonluk yarışı içinde buldu ve lig sonunda Leeds United'i geride bırakıp tarihinin ilk şampiyonluğunu elde etti. Bu hikâyede yanlış bir şey yok ve Championship Manager'den alıntı değil. Üstelik dahası var.
Bir sonraki sezon Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale dek yükselir Derby. Ancak iki maçın sonunda İtalyan ekip Juventus'a elenirler. Kulüp başkanı ile olan anlaşmazlıkları üzerine sunduğu istifası yönetim kurulunca kabul görür ve Brian Clough artık işsizdir. Derby County'den sonra bir sezon boyunca Brighton'u yöneten genç teknik adam daha sonra soluğu Leeds United'de aldı. The Damned United da işte tam bu noktada başlıyor.
2009 yılında yönetmen Tom Hooper efsanevi teknik adamın Leeds United'da geçirdiği kabus gibi 44 günü beyazperdeye aktardığında bu denli başarılı bir işe imza atacağını tahmin ediyor muydu acaba? Dedik ya hikâye Clough'un Leeds United'e imzasından itibaren kulüpte geçirdiği 44 zor güne odaklanıyor ve "flashback"ler ile destekleniyor. Filmin öyküsüne fazla girip henüz izlememiş fakat izlemeyi planlayanların huzurunun içine etmek gibi bir niyetim yok. Yalnız söylemem gerekenler de var... Filmin henüz başında Leeds United'i şampiyonluklara taşıyan Don Revie ile Clough'un ilk karşılaşmalarının hiç de Derby'nin genç antrenörünün hayal ettiği gibi geçmediğini görüyoruz. Federasyon Kupası'ndaki o "olay" olmasa belki şimdi ortada ne Brian Clough efsanesi olacak ne de Derby ile Nottingham'ın methini duymuş olacaktık. Film bunu çok güzel işliyor. Brian Clough'un hırsını, tutkularını ve saplantılarını görüp, nefretine ve heyecanına tanık oluyoruz. Belki de Mourinho'nun atası ile tanışıyoruz. Brian Clough başarı için bir çıta koymayı ve onun için mücadele etmeyi gösteriyor
The Damned United futbolun amatör ruhunu, futbol endüstrisinin ve ekonomisinin 40 yıl önce hangi koşullar altında seyrettiğini başarıyla aktarıyor. Bugün hakkında okumaktan başka bir şey yapamadığımız bir dönemi olduğu gibi hissettirebiliyor. Sırf bu yüzden bile hiç şüphe duymadan "Bugüne kadar yapılmış futbolu konu alan en iyi film" yaftasını üzerine yapıştırabiliyoruz. Goal gibi futbolu ajite etmeden, Victory gibi ideoloji kokutmadan, Green Street Hooligans gibi nefreti eyleme dökmeden bunu yapabilen gerçek bir futbol filmi The Damned United. Güzel bir futbol filmi...
Sadece futbol meraklılarını değil, izleyen herkesi keyiften mest edecek bu filmdeki oyuncu seçimleri de bir hayli önemli. Sessiz sedasız patlama yapan filmde görece az tanınan isimlerin yer alması filmin izleyiciyi çekmesi bakımından önemli. Brian Clough rolünde Michael Sheen'i görüyoruz. İyi ki de görüyoruz. Fotoğrafları haricinde tanımadığımız bir adamı gülüşüyle, nefretiyle, bakışlarıyla ancak bu kadar hissetirebilirdi bir oyuncu. Bunu da Sheen çok iyi kotarıyor.
Pek değinmedik ama filmde en az Brian Clough kadar önemli bir başka karakter daha var. Hayır, Don Revie değil, Peter Taylor. Clough'un yardımcısı ve gözlemcisi olan Taylor'u çoğumuzun Harry Potter serisinden tanıdığı Timothy Spall oynuyor. İkilinin Derby County günlerinde başlayan dostlukları, birbirleri için önemleri ve başarı öyküleri...
Brian Clough, Leeds United'dan sonra tarih yazacağı kulüp Nottingham Forest'a gelir. Forest'i 1.Lig'e çıkardığı ilk sezon Liverpool'a 7 puan fark atarak şampiyon yapar ve "sezonun en iyi teknik direktörü" ödülüne layık görülür. Nottingham Forest ve Clough-Taylor ikilisi yerel başarılarla sınırlı kalmaz. 1978/79 ve 1979/80 sezonlarında üst üste iki kez Avrupa'nın en büyük kupasını kazanırlar. Bir başka deyişle futbol tarihinin en büyük başarı hikayesini oyunlarda değil, futbolun kendi içinde, gözler önündeyken yazarlar.
20 yıl sonra, bir üçüncü dünya ülkesinden, İngilizler'in "underdog" olarak nitelendirdiği bir takım, serin bir mayıs gecesi, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da Avrupa'nın 2 numaralı kupasını hem de bir İngiliz devini yenerek kazandığında o topraklarda yaşayan insanlar eşi benzeri görülmemiş bir gururla çıktılar sokaklara. Aynı takım sadece 3 ay sonra bu kez Avrupa'nın en büyüğü olmak için çıkacaktı sahaya. Ve olacaktı da... Yalnız ne o takımın teknik direktörü ne de futbolcuları imkansızı başardıkları için el üstünde tutulacaklardı. Hiçbirinin heykeli dikilmedi o topraklarda, eminim dikilmeyecektir de. Ancak 20 Eylül 2004 tarihinde mide kanseri yüzünden hayata veda eden Brian Clough'un heykeli İngiltere'nin pek çok yerinde bir başarı abidesi olarak yükselmeye devam edecek. Bundan eminim...
İnsan hayatının en büyük başarısını unutur mu? Ben de unutmam... Sene 2006. Erzurumspor'un başındayım. Daha sonra askerlik görevimi yerine getireceğim şehrin futbol takımını yönetiyorum. Mavi beyazlı ekibe imza attığım gün işlerin birkaç sene sonra geleceği noktayı tahmin dahi edemiyorum. Ancak alınması gereken çok fazla yol var, bunu biliyorum. Tesis ve stadyum bakımından yetersiz, neredeyse seyircisiz bir kulüp Erzurumspor. Öyle ki futbolcular antrenmanlarını dahi biçilmemiş çimlerde yapıyorlar. Şartlar zor, Anadolu'da her daim olduğu gibi... Eldeki kısıtlı bütçeyi transferlere zor yetiştiriyoruz. Alt liglerden oyuncu izliyor yardımcılarım. Ucuz ama yetenekli, lakin üst ligler için gelecek vaadetmeyen genç isimler bunlar. Aşı tutuyor... O vakitler 2.Lig B Kategorisi olarak adlandırılan ligden 2.Lig A Kategorisi'ne yükselmeyi başarıyoruz. İşler haliyle çok daha zor... 2 yıllık bir süre içerisinde kendimizi Süper lig'de buluyoruz. Asansör takım olmaya hiç mi hiç niyetimiz yok. Süper Lig'de heyecanın dolu dolu yaşandığı 4 müthiş sezona 2 şampiyonluk ve 1 UEFA Kupası sığdırıyoruz. Tüm zamanların en büyük başarı hikâyesi böyle yazılıyor işte.
Bir rüya değildi bu... Futbol ile az biraz ilgilenenler bilir... Championship Manager'den bahsediyorum pek tabii. Hayat hiç kolay değil. Futbol da öyle... "Aslında basit bir oyun" diyenlerin dahi paradoksudur aslında. Yukarıda okuduklarınız, bir oyun olmasaydı eğer, "gerçektir" diyebilir miydiniz - ki oyunda bile saygı uyandıracak denli zordur. Küçük bir kasabanın futbol takımına önce ulusal liglerde, akabinde Avrupa genelinde saygı uyandırmak kolay mıdır? Kolay olmadığı kesin, ancak imkansız değil. Brian Howard Clough ettiğimiz bu kadar kelamın öznesidir bir bakıma.
Futbolculuğunda 213 maça 197 gol sığdırmış, ancak tüm bilinirliğini teknik direktörlük günlerine borçlu olan bir adam Brian Clough. Yılların Nottingham Forest efsanesini yaratan, o takıma saygı duyulmasını sağlayan da ondan başkası değil. Hırsın ve tutkunun, düşmenin ve kalkmanın, aynı zamanda saplantıların hikâyesi onunki. Ve en nihayetinde başarının...
1967 yılında Derby County'den gelen teklifi kabul ettiğinde piyasadaki en genç teknik adamlardan biridir. Yardımcılığına seçtiği Peter Taylor'un kariyerinde büyük pay sahibi olacağını o vakitler bilmemektedir. Clough takımı devraldığında County 2.Lig'in dibine demir atmıştır. Basamaklar birer birer tırmanılır. 1968/69 sezonunda Derby en yakın rakibinin 7 puan önünde şampiyon olarak 1.Lig'e yükselir. Şimdiki adı Premier Lig olan ligi o yıllarda Don Revie yönetimindeki Leeds United kasırgası domine etmekteydi. Yine de Brian Clough'lu Derby ligdeki ilk sezonunu 4.sırada tamamlayıp Avrupa kupalarına katılma hakkı kazandı. Hoş, mali yetersizlikler yüzünden Avrupa'da mücadele edemeyeceklerdi. 1971/72 sezonuna gelindiğinde Derby kendini şampiyonluk yarışı içinde buldu ve lig sonunda Leeds United'i geride bırakıp tarihinin ilk şampiyonluğunu elde etti. Bu hikâyede yanlış bir şey yok ve Championship Manager'den alıntı değil. Üstelik dahası var.
Bir sonraki sezon Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale dek yükselir Derby. Ancak iki maçın sonunda İtalyan ekip Juventus'a elenirler. Kulüp başkanı ile olan anlaşmazlıkları üzerine sunduğu istifası yönetim kurulunca kabul görür ve Brian Clough artık işsizdir. Derby County'den sonra bir sezon boyunca Brighton'u yöneten genç teknik adam daha sonra soluğu Leeds United'de aldı. The Damned United da işte tam bu noktada başlıyor.
2009 yılında yönetmen Tom Hooper efsanevi teknik adamın Leeds United'da geçirdiği kabus gibi 44 günü beyazperdeye aktardığında bu denli başarılı bir işe imza atacağını tahmin ediyor muydu acaba? Dedik ya hikâye Clough'un Leeds United'e imzasından itibaren kulüpte geçirdiği 44 zor güne odaklanıyor ve "flashback"ler ile destekleniyor. Filmin öyküsüne fazla girip henüz izlememiş fakat izlemeyi planlayanların huzurunun içine etmek gibi bir niyetim yok. Yalnız söylemem gerekenler de var... Filmin henüz başında Leeds United'i şampiyonluklara taşıyan Don Revie ile Clough'un ilk karşılaşmalarının hiç de Derby'nin genç antrenörünün hayal ettiği gibi geçmediğini görüyoruz. Federasyon Kupası'ndaki o "olay" olmasa belki şimdi ortada ne Brian Clough efsanesi olacak ne de Derby ile Nottingham'ın methini duymuş olacaktık. Film bunu çok güzel işliyor. Brian Clough'un hırsını, tutkularını ve saplantılarını görüp, nefretine ve heyecanına tanık oluyoruz. Belki de Mourinho'nun atası ile tanışıyoruz. Brian Clough başarı için bir çıta koymayı ve onun için mücadele etmeyi gösteriyor
The Damned United futbolun amatör ruhunu, futbol endüstrisinin ve ekonomisinin 40 yıl önce hangi koşullar altında seyrettiğini başarıyla aktarıyor. Bugün hakkında okumaktan başka bir şey yapamadığımız bir dönemi olduğu gibi hissettirebiliyor. Sırf bu yüzden bile hiç şüphe duymadan "Bugüne kadar yapılmış futbolu konu alan en iyi film" yaftasını üzerine yapıştırabiliyoruz. Goal gibi futbolu ajite etmeden, Victory gibi ideoloji kokutmadan, Green Street Hooligans gibi nefreti eyleme dökmeden bunu yapabilen gerçek bir futbol filmi The Damned United. Güzel bir futbol filmi...
Sadece futbol meraklılarını değil, izleyen herkesi keyiften mest edecek bu filmdeki oyuncu seçimleri de bir hayli önemli. Sessiz sedasız patlama yapan filmde görece az tanınan isimlerin yer alması filmin izleyiciyi çekmesi bakımından önemli. Brian Clough rolünde Michael Sheen'i görüyoruz. İyi ki de görüyoruz. Fotoğrafları haricinde tanımadığımız bir adamı gülüşüyle, nefretiyle, bakışlarıyla ancak bu kadar hissetirebilirdi bir oyuncu. Bunu da Sheen çok iyi kotarıyor.
Pek değinmedik ama filmde en az Brian Clough kadar önemli bir başka karakter daha var. Hayır, Don Revie değil, Peter Taylor. Clough'un yardımcısı ve gözlemcisi olan Taylor'u çoğumuzun Harry Potter serisinden tanıdığı Timothy Spall oynuyor. İkilinin Derby County günlerinde başlayan dostlukları, birbirleri için önemleri ve başarı öyküleri...
Brian Clough, Leeds United'dan sonra tarih yazacağı kulüp Nottingham Forest'a gelir. Forest'i 1.Lig'e çıkardığı ilk sezon Liverpool'a 7 puan fark atarak şampiyon yapar ve "sezonun en iyi teknik direktörü" ödülüne layık görülür. Nottingham Forest ve Clough-Taylor ikilisi yerel başarılarla sınırlı kalmaz. 1978/79 ve 1979/80 sezonlarında üst üste iki kez Avrupa'nın en büyük kupasını kazanırlar. Bir başka deyişle futbol tarihinin en büyük başarı hikayesini oyunlarda değil, futbolun kendi içinde, gözler önündeyken yazarlar.
20 yıl sonra, bir üçüncü dünya ülkesinden, İngilizler'in "underdog" olarak nitelendirdiği bir takım, serin bir mayıs gecesi, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da Avrupa'nın 2 numaralı kupasını hem de bir İngiliz devini yenerek kazandığında o topraklarda yaşayan insanlar eşi benzeri görülmemiş bir gururla çıktılar sokaklara. Aynı takım sadece 3 ay sonra bu kez Avrupa'nın en büyüğü olmak için çıkacaktı sahaya. Ve olacaktı da... Yalnız ne o takımın teknik direktörü ne de futbolcuları imkansızı başardıkları için el üstünde tutulacaklardı. Hiçbirinin heykeli dikilmedi o topraklarda, eminim dikilmeyecektir de. Ancak 20 Eylül 2004 tarihinde mide kanseri yüzünden hayata veda eden Brian Clough'un heykeli İngiltere'nin pek çok yerinde bir başarı abidesi olarak yükselmeye devam edecek. Bundan eminim...
Comments (0)
Yorum Gönder