90'lı Yıllar #18

Posted by Anıl | Posted in , | Posted on 18:40

0

Müzik ruhun gıdasıdır. Nasıl ki arada sırada bedenin ihtiyacı olmasından mütevellit su içmek ve yemek yemek gibi rutinleri yerine getiriyorsak, çeşitli ruh hâllerine sırdaş/yoldaş/kederdaş olması bakımından müziğin de önemini yadsıyamayız. Epeydir aramadığımız arkadaşımızı/eşimizi/dostumuzu bir an gelir arama isteği duyarız ya hani, aynı şeyi 90'lı yılların Türkçe popüler müzik eserleri için de söylemek mümkün. Zaman zaman hatırlarını sormak hem çocukluğumuza/gençliğimize bir saygı duruşudur hem de huzura erdirir sebepsiz. Çalma listenizde mutlaka bir "90'lı yıllar" etiketiniz bulunsun; her zaman işe yarar.

90'lı yılların 18'inci bölümünde rastgele çal'a ayarlanmış çalma listesinin şanslısı Habib oldu. Şimdilerde Habib Project gibi sıradışı bir isimle yeniden bu popüler sirkin içine dahil olmaya çalışıyor ama konumuz Habib'in bugünü değil elbette. İşin bizi ilgilendiren kısmına gidiyoruz. 90'lı yıllara dahil olmayı son anlarda elde edebilmiş bir parçaydı Habibi. Şarkıyı arabesk pop kültürünün ülkemizdeki pilot çalışmalarından biri olarak görmek mümkün. Nezih Ünen'in kolundan tutup "yürü ya kulum" dediği Habib bugün bile dinlendiğinde yüzde tebessüm bırakan şarkısı ve gereksiz klibiyle karşınızda:

Pazartesi Notları #131

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 16:20

0

  • PlayStation4'ün resmi olarak duyurusu yapıldı. Her ne kadar oyun konsollarında yeni nesil için henüz erken olsa da Sony, Microsoft'tan hızlı davranma yolunu seçmiş gibi görünüyor. Oyunlarda grafik bakımından aşırı bir gelişmeye rastlanamayacak olsa da PS4 sosyal medya ile sürekli etkileşim hâlinde olma imkânı sunarak ürünü pazarlamayı düşünüyor gibi. DualShock4 ise adeta evrim geçirmiş. Artık oyunlara sinirlenip kolu duvara fırlatmak sağlam bir kıç isteyecek.
  • Game of Thrones'un yeni sezonunun başlamasına çok az kala torrent kullanmayı bilmeyenler için CNBC-e'den güzel haber geldi. Dizi ABD'de yayınlandıktan sonra 24 saat içinde CNBC-e ekranlarında olacak. Tabii cinsellik ve şiddet gibi öğeleri had safhada kullanan bir diziyi sansür süzgecinden geçirilmiş hâlde izlemeyi kabul etmeyeceğim için ben yine torrent'e saldıracağım.
  • ATV binasında da grev yıllardır devam ediyor sanırım. O pankart bir türlü inmedi oradan.
  • Unutmak değil de hatırlayamamak çok koyuyor adama. Unutmak ayrı bir çaba gerektirmez ama hatırlamak öyle değildir. Gözlerini kaparsın; anıları, nesneleri, yüz hatlarını, sesleri zamanın süzgecinden beyne iletmeye çalışırsın ama ne kadar istesen de o resmi canlandıramazsın. Bunun üzüntüsü başka hiçbir şeyde yok.
  • Kravat bağlamak değil de kravat ayarı yapmak daha bir dert.
  • Mozart deyince aklına BRC ve Ceza gelenler, azalarak bitin.
  • Gülhan Şen geçtiğimiz hafta yayınlanan programında bir kelebek için "Can I put my name to it?" gibi bir soru cümlesi kurdu. Ya yaa...
  • Oscar Pistorius da tutuksuz yargılanmak üzere kefaletle serbest bırakılınca Güney Afrika Cumhuriyeti'nin de bizimki gibi bir muz cumhuriyeti olduğunu anlamış bulundum.
  • Goodreads.com. Böylesine muazzam bir siteyi bu denli geç keşfetmiş olmam benim ayıbım olsun. Ayrıca çekinmeyin canlar, gelin arkadaş olalım.
  • Geçtiğimiz sezon tam anlamıyla hayal kırıklığı yaratan Algida bu sezon biraz daha iddialı görünüyor. Nar aromalı ve espresso aromalı iki yeni Magnum fevkalâdenin de fevkinde olmuş.

Bugün Orada da Cumartesi mi?

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 18:45

0

Ölümün her daim adaletten önce vuku bulduğu topraklarda acılara tutunur insan.
"Öte diyar" diye bir yer vardır umarım...

Pazartesi Notları #130

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 12:00

0

  • Arkadaşlar arası futbol muhabbetlerinde kurulan rüya takımın ileri ucuna mütemadiyen yazılan bir isimdir Didier Drogba. O artık Galatasaray forması giyiyor, Galatasaray formasıyla gol atıyor. Hiç bölünmesini istemediğimiz bir rüyada gibiyiz. Artık muhabbetlerde Drogba'nın hazır olup olmadığını, önümüzdeki maçta sahada olup olamayacağını tartışıyoruz. Sonra bir an duruyoruz ve soruyoruz kendimize "Abi biz ne yapıyoruz?" diye. Drogba gerçekten Galatasaray'da...
  • How I Met Your Mother jeneriğindeki fotoğrafların üzerlerinde oynanmamış hâllerini merak ediyorsanız hepsi burada.
  • İstanbul Anadolu yakasında faaliyete geçmişler... Köpeğinizi gezdirecek vaktiniz yoksa arıyormuşsunuz sizin yerinize köpeğinizi gezdiriyorlarmış. Kendilerine çok yaratıcı(!) bir isim bulmuşlar: Köpek Gezdiricileri.

A Matter of Life and Death

Posted by Anıl | Posted in , , | Posted on 17:10

0

Nick Hornby futbolun neden bir halk sporu olduğunu, gündelik hayata ne denli renk kattığını ve her şeyden önemlisi her sınıftan insanı niye yıllardır peşinde sürüklediğini öylesine güzel bir dille anlatır ki Fever Pitch'de. Kimileri insanın bir futbol takımına ya da tek başına futbolun kendisine gereğinden fazla önem yüklemesine anlam veremez. Bu tutkunun bende hissettirdiklerini uzun uzun anlatabilirim ama Nick Hornby daha iyisini yapmışken sözü ona vereceğim. Hornby, Fever Pitch'in bir bölümünde bu tutkuyu şu sözlerle anlatır:

"İnsanların hayatlarının en güzel anı olarak tanımladıkları anların hiçbiri karşılaştırmak için uygun değil gibi görünüyor. Bir bebeğin doğumu olağanüstü derece coşku verici olmalı; ama içinde o akıl almaz sürpriz duygusu yok ve bu, daha da önemlisi çok uzun sürüyor; bir ödül almak, bir terfi kazanmak da ne son saniye faktörünü ne de o gece hissettiğim elinden bir şey gelmeme duygusunu içeriyor. Peki, birdenbirelik duygusunu yaşatacak başka ne olabilir? Belki piyangodan büyük bir ikramiye vurması ama büyük miktarda para kazanmak, psikolojinin tümüyle farklı bir yanını etkiliyor, içinde futbolun o ortak coşkusu yok. Öyleyse, gerçekten de elimizde bu anı tarif edebilecek hiçbir şey yok. Bütün mevcut seçeneklere baktım. Ne yirmi yıl boyunca iki gözle beklediğim (yirmi yıl boyunca beklenecek başka şey var mı?) ne de hem bir oğlan çocuğu hem bir yetişkin olarak arzu ettiğim başka bir şey hatırlıyorum. Öyleyse lüften sportif başarı anlarını hayatlarının en güzel anı olarak tanımlayanları hoş görün. Merak etmeyin, hayal gücünden yoksun değiliz. Acınası, kuru bir hayatımız da yok. Yalnızca, gerçek hayat daha solgun, sıkıcı ve orada beklenmedik sevinçleri yaşama şansınız daha az."

Futbol insana içinde bir yerlerde birliktelik duygusu barındırdığını hatırlatıyor. İcadından bugüne o kadar güzel hikâyeler vermiş ki, bunlardan birine de dün Ekşi Sözlük'te gezinirken rastladım. Dünyaca ünlü santrfor Didier Drogba'nın Galatasaray formasına kavuştuktan sadece 5 dakika sonra golle tanışması ve bunun bir baba-oğul arasında yarattığı anlık iletişimi anlatan bu kısa entry aynı zamanda bu yazının da sebebi. Şöyle ki;

"Ulan babam kanser yaşasa yaşasa 1 sene yaşar adam artık malesef.
 

Klasik erkek soğukluğu var ya birbirini seversin ama hiç sarılıp öpmezsin babamla da bayramdan bayrama el öpme sırası öpüşürüz ama deli severiz birbirimizi.
 

Drogba golü attı ikimiz de fırladık koltuktan, sarılıp öpüştük lan sevinçten. Bu anı yeter bana, teşekkürler Drogba reyiz."

Hiçbir Zaman

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 01:15

0

Her zaman bir hikâye çıkarmak mümkün bu mahallenin çocuklarından. Belki de hikâyeler hep çocuklardan çıkıyordur, kim bilir? Ağlamaları hikâyedir, gülmeleri başka bir hikâye; düşmeleri bir hikâyedir, kalkmaları ayrı bir hikâye... Bu kez yanıma geldi biri koşarak; hızlı yürüyordum ve yetişmesi gerekiyordu... Mahcup, sıkkın ama gülümsemesi yüzünden eksik değil; ona ihtiyacı olduğunu biliyor, ne olursa olsun kaybetmemek niyetinde.

"Abi" diyor, "saatiniz kaç acaba, öğrenebilir miyim?"

6-7 yaşındaki bir çocuğun zamanla ne işi olur ki? Benim de olmayacak, senelerdir boş bileklerim. Neyse ki modern çağın gereklerini yerine getiriyorum, telefon ekranından ezbere okuyorum:

- 4'ü çeyrek geçiyor.

+ Hımm, peki o zaman abi, şey, ımpf, 75 kuruşunuz var mı peki?

İşte bir çocuğun ihtiyaç duyacağı asıl şey!

- Ne yapacaksın sen 75 kuruşu?

+ Gofret alacağım abi, aslında 1 lira ama 75 kuruşa da verir bakkal.

Saniyeler sonra sımsıkı kapattığı avuçlarını bir köşe esnafına açmak için koşturmaya başladı. Hayatta tebessüm ettirecek ayrıntılar var, yok değil. Peki ya ben? Okul öncesi çağımda avcumdaki bozuklukları bakkala gösterip "Amca buna ne var?" diye sorduğum günlerin tadını bir daha ne zaman alacağım?

Somewhere Over The Rainbow

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 01:20

0



Hayatı Hawaii Adaları tadında yaşamak diye bir şey olmalı. Gökkuşağının üzerinde böyle, yumuşak yumuşak...

Büyük Filmlerden Büyük Replikler - Volume 83

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 22:10

0

                           - Burası için en güzel lafı Sadık Hoca söylemişti kardeşim.
                           + Kim?
                           - Lisede edebiyat öğretmeni yok muydu ya, Afyonlu?
                           + Ha tamam, ne demişti?
                           - Hayal kırıklıklarının başkenti, demişti.
                                                   (Vizontele)

Pazartesi Notları #129

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 17:30

0

  • Bugün öğrendik ki şartlar olgunlaştığında Papa bile istifa edebiliyor. Ne demokrat mezhepmiş!
  • Google Maps'e girip Shire'den Mordor'a yol tarifi istediğinizde karşınıza "Kimse öyle kolayca Mordor'a giremez" yazısının çıktığını biliyor muydunuz?
  • THY herkesten bir perde toplasaydı rahatlıkla tüm hosteslerini giydirebilirdi. Dilek Hanif'in uğraşmasına gerek yoktu. Aslında düşününce, pek de uğraşmamış...
  • Mahalle maçlarında Akula Vuruşu deneyip de nice pozisyonları heba ettiğim doğrudur.
  • Şu uzay/bilim programlarının konuşulanlardan bir halt anlamasam da her defasında mala bağlarcasına beni ekrana kitlemesine kaç puan?
  • Steven Tyler gibi bir adamdan Liv Tyler gibi bir melek nasıl çıkmış anlam veremiyorum.
  • Last.fm'de Pyotr Ilyich Tchaikovsky turnede görünüyor. Garip şeyler bunlar.
  • Yılların Gülgün Feyman'ının Antalya'da yayın yapan bir yerel TV kanalında ana haber bülteni sunduğunu biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz.
  • Ve son olarak: O kız evlenmiş mi?

Kıyak

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 22:55

0


Altre Follie (1500-1750)

Posted by Anıl | Posted in , | Posted on 01:15

0



"Seni az seviyorum" dedi Derdâ.
"Ben daha az" dedi Derda.
Bir daha da konuşmadılar.

Follie adındaki sonsuz melodinin eşliğinde
birbirlerine son kez bakıp uyudular.
Ölümüne...
Seksen yaşındaydı.
İkisi de...
Birlikte olmak için kırk yıl,
birlikte ölebilmek için de
bir kırk yıl daha
yaşamışlardı.

Fever Pitch

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 16:25

0

"Erkeklik, her nasılsa dişilikten daha az soyut, daha kesin bir anlam kazanmış durumdadır. Birçok insan dişiliği bir kişilik özelliği olarak kabul eder; oysa birçok kadın ve erkeğe göre erkeklik, erkeklerin ister kabul, isterse de reddedeceği bir ortak kanılar toplamıdır. Futbol seyretmeyi seviyor musun? O hâlde soul müziği, birayı, insanları yumruklamayı, kadınların göğüslerini avuçlamayı ve parayı da seviyorsunuz demektir. Rugby veya kriket izleyicisi misiniz? O hâlde Dire Straits'i veya Mozart'ı, şarabı, kadınların popolarına çimdik atmayı ve parayı seviyorsunuz demektir. Bu iki kategoriden hiçbirine girmiyor musunuz? Maço, yok almayayım? Bu durumda sizin, yalnızca insanlara yiyecek gibi bakan koca heriflerin Luther Vandross dinlediğini sanan, Michelle Pfeiffer'ın çekiciliğinden bihaber olan pasifist bir vejetaryen olma ihtimaliniz yüksektir.

Bizim de seçme yeteneğine sahip olduğumuzu unutuveriyor insan. Kuramsal olarak, hem futbolu, hem soul müziği, hem de birayı sevmek, fakat öte yandan, örneğin göğüs avuçlamaktan ve popo çimdiklemekten tiksinmek (veya tam tersi) mümkündür. Bir insan hem Muriel Spark'a, hem de Bryan Robson'a tapabilir. İlginçtir ki erkekler aynı anda farklı zevklere sahip olmanın avantajlarının daha çok farkında görünüyor: Feminist bir iş arkadaşım Arsenal'i seyretmeye gittiğime inanamadı; bu inanmazlığın kökeninde, kendisiyle bir keresinde feminist bir roman üzerine konuşmuş olmamız yatıyordu. Nasıl olur da hem o kitabı okur, hem de Highbury'ye giderdim? Mürekkep yalamış bir kadına futbolu sevdiğinizi söyleyin, hemen kadınlar gözündeki erkek sınıflandırmasına giriverirsiniz."

Nick HORNBY

Gica

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 12:10

0


Numaranı değil belki ama formanı astık kalbimizin en güzel köşesine.
İyi ki doğdun bize futbolu sevdiren adam!

Loop ve Ötesi

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 00:40

0


"Her oyuna hevesli bir kahramandım
altı kat altından çıkamam artık
Her oyuna hevesli bir kahramandım
bir şans daha olmalı, yaşamam lazım."

Pazartesi Notları #128

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 10:00

0

  • İnsan bazı ürünleri çok tüketince bir süre sonra o üründen soğur ya, Eti Brownie Intense'i bu kategorinin dışında tutmakta fayda var.
  • Boza içmek denmemeli bence, boza basbayağı yenilebilen bir şeyken...
  • Supernatural'ın son bölümü (S08B12) çok iyi olmuş, çok da güzel iyi olmuş, ta'am mı? Zamanda yolculuk da her daim satar.
  • Yüzüklerin Efendisi ve Lost'tan aşina olduğumuz Dominic Monaghan'ın yer aldığı belgesel Dom's Wild Things 7 Şubat'tan itibaren Türkiye'de de Animal Planet üzerinden izlenebilecekmiş. Güzel haber!
  • Dexter'ın final sezonunun da haziran ayına çekildiğini söylemiş miydim?
  • Söylemişolabilirimemindeğilim.
  • Bir Demet Tiyatro yeniden çevrilse yok izlenir bence. Yok izlenmek benim türettiğim bir deyim olabilir; "yok satmak"tan geliyor olsa gerek. Neyse, Pala Şamuran'ın Ellerimde Çiçekler performansı da unutulmazdı.
  • Tek bir portakalın kabuğundan iç içe geçmiş iki halka yapabilen bir adam tanımıştım. Bence yetenek o'ydu Türkiye!
  • How I Met Your Mother'da gelecek sezon sona erecekmiş. Bunu bir de "anneyi de ifşa edeceğiz" vaadiyle duyurdular. Etmezseniz kan çıkardı artık.
  • Cipso'nun şu aralar televizyonda dönmekte olan reklamlarına bakınca ürünün sadece erkekler tarafından tüketilmesi bekleniyormuş gibi bir algı oluşuyor. Ha, diyorlarsa ki; "biz bunu erkeklere satacağız, sadece onlar yesin", o ayrı.

From Ashes

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 16:40

0



God of War: Ascension... 12 Mart'ta...

Tanrı bizi Kratos'un gazabından korusun!