Pazartesi Notları #123

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 11:50

2

  • Geçtiğimiz hafta How I Met Your Mother'ın en azından bir sezon daha süreceğinin haberini aldık. Her ne kadar ülkemizde diziyi takip edenlerin büyük bir kısmı artık kabak tadı verdiğinden şikayetçi olsa da ben biraz farklı düşünüyorum. Evet, zaman zaman gerçekten kötü bölümlerle karşımıza çıkıyor ama karakterleri öylesine benimsemişiz ki artık bittiği an büyük bir boşluk yaratmasından korkuyorum. Yani Lily, Marshall, Barney, Ted, Robin artık ailemizden biri gibi olmuş. 8 sene yahu, dile kolay... Zaman zaman aile bireylerimizle de anlaşamadığımız anlar oluyor ama yanımızdan ayrılsınlar istemiyoruz. Hah işte, bu biraz da ona benziyor.
  • Son zamanlarda duyduğum anda sinirlerimi tepeme çıkaran bir reklam var. TT Net'in konuşan martılı reklamından bahsediyorum tabii ki. "Asıl siz özgürsünüz arkadaşım" dediği an televizyona en azılı düşmanımmış gibi bakıyorum.
  • Yıl olmuş 2013, Amerikan sineması hâlâ "işlemediği bir suç yüzünden hapse giren ana karakter" temalı filmler çekiyor. Yapmayın!
  • Muayenehanelerin bekleme odalarında hâlâ 10 sene öncenin dergileri mi bulunuyor acaba?
  • The Walking Dead'in çizgi romanını da dizisini de düzenli olarak takip ediyorum ama rahatlıkla söyleyebilirim ikisi de serinin video oyunu kadar başarılı değil. Oyunun senarist ve yapımcı koltuğunda yine Robert Kirkman var. Daha ayrıntılı bir yazı yazacağım ilerleyen günlerde.
  • Yani şimdi Amerika'da Sabahattin Zaim Üniversitesi vardı da Mark Zuckerberg mi gitmedi?
  • 2012 nihayet bitiyor. Geriye dönüp baktığımda - 12 Mayıs akşamı hariç - hiçbir şekilde mutluluk getirmemiş bir yıl oldu. Ebediyen çok insan kaybettim. Hayat bundan sonra çok daha zor olacak, biliyorum. Belki her gelen yıl bir öncekinden daha kötü izler bırakacak. Belki de 2012 kötü geçecek yıllar zincirinin ilk halkasıydı.
  • "Bir yanım tuz
    bir yanım şeker;
    tuzdan yanayım.
    Bir yanım toprak
    bir yanım deniz;
    denizden yanayım.
    Bir yanım ben
    bir yanım sen;
    senden yanayım..."


    Bedri Rahmi Eyüboğlu

Does S/he?

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 15:05

0



Gerçekten öyle mi?
Sever mi?
Bunca ölüm, silah, kan, tecavüz, şiddet, açlık varken tanrı sevmekten çok umudunu kesmiş bir görüntü sergilemiyor mu?
Depresif bir Pollyannacılıktan farklı değil pek çoklarımızın yaptığı.

He dostum he, tanrı çok seviyor hepimizi...

Yıllar Geçse de Üstünden...

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 01:05

0

Hatırlıyor insan... Ve akıl erdiremiyor bir süre sonra ilkokuldayken hoşuna giden kıza utanmadan sıkılmadan yaklaşıp öpücük konduran bünyenin bir zaman sonra nasıl da sıkılgan bir hâle bürünebileceğine. Belki de aşk ile hoşlanmak arasındaki farktır işleri böylesine karmaşık kılan. Aşk genelde en yakın arkadaşınıza fısıldadığınız ve ertesi gün sınıfa girdiğinizde tüm gözlerin size odaklanmış olduğunu hissettiğiniz andır. En çok da O'nun... Sadece üzerine jiletle küfür kazınmış okul sıralarında değil, yıllar sonra çalıştığınız yerde de olan hep budur.

Yerin kulağı yoktur...

İnsanların ağzı vardır...

Pazartesi Notları #122

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 16:30

0

  • Son zamanların en güzel pazartesi günü bugün. Tabii ki bir sebebi var bunun. Dün gece saat 22.00 sularına doğru zihninizi bir zorlayın. Cevabı bulmak zor değil ;)
  • Uzun süredir Blogger'dan e-posta kutuma yağan spam yorumları engellemekten bıkkınlık gelmişti. Öyle ki yorum yapmayı kaldırmayı bile düşünmüştüm. Geç de olsa bunun önüne geçebilecek çözümü buldum. Spam yorumlardan kurtulmanın en basit yolu yorum ayarlarından kelime doğrulama seçeneğine bir "tik" atmak. Huzura erdim yeminle...
  • Bugün itibariyle Dexter'ın 7'nci sezonuna da nokta koyuyoruz. Anti-kahramanımız için işler içinden çıkılmaz bir boyuta erişecek gibi görünüyor.
  • The Hobbit: An Unexpected Journey'i vizyona girdiği gün izleme şansım oldu. Ben beğendim açıkçası. Özellikle Sauron'un Dol Guldur'dan atılması hikâyeye güzel yedirilmiş. Filmle ilgili ayrıntılı bir yazıyı ilerleyen günlerde blogda paylaşmayı düşünüyorum.
  • MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, TRT'nin önümüzdeki sene için aldığı Eurovision'a katılmama kararı üzerine "Türkiye'nin öncülüğünde Avrasyavizyon adında bir yarışmanın kurulması" önerisinde bulunmuş. Ayrıca yarışmaya katılacak ülkelerin Türkçe şarkılar söylemesi kuralını da eklemeyi unutmamış. Böyle bir projenin hayata geçmesi durumunda sponsoru da Samanyolu TV olur sanıyorum ki!
  • "Öyle bir ağlasam,
    öyle bir ağlasam ki çocuklar
    size hiç gözyaşı kalmasa.
    Öyle bir aç kalsam,
    öyle bir aç kalsam ki çocuklar
    size hiç açlık kalmasa.
    Öyle bir ölsem,
    öyle bir ölsem ki çocuklar
    size hiç ölüm kalmasa..."


    Aziz NESİN

Summer '93

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 19:05

0


Hamburger yerine kereviz yemek, kola yerine portakal suyu içmek, günde en az 2 litre su tüketmek, yürüyüş yapmak, güneşlenmek, yüzmek, bulabilirsek bizi mutlu edecek bir iş... Sağlıklı yaşamın sırrı bunlarmış. Yeni bir şey söyleyin bize! Mesela ne kadar sağlıklı yaşarsak yaşayalım geride bırakılan her günün tarih olduğunu söyleyin. 100 yaşına kadar da yaşasak sadece içinde bulunduğumuz günü yaşayabildiğimizi öğretin kafalarımıza vura vura. İki kere iki dört ediyor matematiğe sorarsanız. Fakat aynı matematik binlerce senenin aslında tek bir gün olduğu gerçeğini bir türlü açıklayamıyor. Neither do I!

Hepsi İz Bırakır...

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 02:23

0



"Sevgililer... Bizim olanlar ya da olmayanlar, hepsi iz bırakır."

Alıntı #5

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 00:30

0

Çavdar Tarlasında Çocuklar (S: 198)

Pazartesi Notları #121

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 12:00

0

  • Üniversite yıllarındaki ders notlarım, yazdığım makaleler; Mario Levi'nin Yaratıcı Yazarlık dersi için istediği denemeler ve öyküler hâlâ bilgisayarımda mevcut. Geçtiğimiz günlerde can sıkıntısından bilgisayarı kurcalarken şöyle bir göz atma fırsatım oldu. Ders notlarım değil ama Mario Levi'nin dersleri için hazırladığım çalışmaların pek çoğunu aşırı bir özensizlikle yazmış olduğumu fark ettim. Şimdi olsa utanırdım o yazıları teslim etmeye.
  • Banyo sabununu duş jeline tercih ettiğim doğrudur.
  • Bir gün öleceğimi düşündükçe tekrar yapamayacağım için üzüntü duyduğum şeylerin başında Yüzüklerin Efendisi'ni tekrar okuyamayacak olmam geliyor. Gerisini aklıma geldikçe söylerim...
  • "Öteki dünya" diye bir şey varsa kesinlikle Orta Dünya gibi olmalı. Shire cenneti, Mordor cehennemi olabilir pekâlâ.
  • Ha, bu arada... Metis Yayınevi iyi ki var!
  • Fazıl Say'ın kalıp da Cüneyt Özdemir'in gitmiş olması ne kadar da ironik.
  • Halkın bankası olduğunu iddia eden bir bankanın ayrıcalık dağıtacağına dair yaptığı reklam filmi de en az bir önceki madde kadar ironik.
  • Muhteşem Yüzyıl, 2013 yılında yasaklanacakmış. Oldu olacak Samanyolu TV'deki ibretlik(!) hikâyeler de aynı kaderi paylaşsın. Nihayetinde o dizilere konu olan olağanüstü olaylara maruz kalanıyla karşılaşmadık henüz. Aynı mantıkla hareket edecek olursak bunun da adı insanları yanlışa yönlendirmek. Ben yapımcıların yerinde olsam dizi yayından kaldırılana kadar Süleyman'ı her türlü şaklabanlığa alet ederim. Hem doğru dediğimiz şey ne ki?
  • 1944 yılından bu yana İstiklâl Caddesi'nde hizmet veren İnci Pastanesi artık yok. Zabıta zoruyla boşaltılan pastaneden geriye sadece anılar kaldı. Baktığınızda geride bırakılan birkaç yılda Beyoğlu'nu Beyoğlu yapan değerlerden İstiklâl Kitabevi, Alkazar Sineması, Emek Sineması kapatılmış; bunların yerine caddenin tarihi dokusunun içine eden D&R'lar, Demirören Alışveriş Merkezi, sponsorlu sinema salonları açılmış... Bugün de İnci Pastanesi'ni zabıtalar eşliğinde boşaltıyorlar; muhtemelen yerine kısa bir süre içinde Starbucks kondururlar. Yıllardır sosyalistleri, komünistleri terörist olarak yaftaladılar. Peki şimdi biraz daha zenginleşmek uğruna tarihe, insanların hatıralarına tecavüz etme hakkını kendinde bulan kapitalist zihniyetin yaptığı terörizm değil de nedir?
  • Çocukluğumuzla özdeşleşen çizgi dizilerimiz vardı bizim. Ninja Kaplumbağalar, Küçük Golcü, Taş Devri, Looney Tunes, Tom ve Jerry, Scooby Doo, Laff A Lympics ilk aklıma gelenler... Özellikle cumartesi ve pazar sabahlarını iple çekmemizin yegâne sebebiydi bunlar. Güzel günlerdi... Günümüz çocuklarının yaratıcılıklarına katkıda bulunabilecek tek yapımsa maalesef Pepee! Artık o da ne kadar katkı sağlayabilirse. Bugünün çocuklarından yıllar sonra "Bizim zamanımızda bir Pepee vardı" cümlesini duyacağız. Vah ki ne vah!
  • The Truman Show psikolojisi diye bir şey gerçekten var. Uzun süredir ciddi ciddi bunu hissediyordum ama başıma son gelen olay "Yok artık" dedirtti. Yani bazı anlarda izlendiğim duygusuna kapıldığım ya da girdiğim bir mağazada az evvel mırıldandığım şarkının çalması sıklıkla karşılaştığım şeyler olduğu için artık alıştım bu durumlara. Fakat geçtiğimiz günlerde sokakta kolumdan tutup "Anıl sen misin?" diye soranıyla da ilk kez karşılaşıyorum. Bu olayı garip bulmamın sebebiyse kolumdan tutan adamın bir an sonra "Pardon, başka biriyle karıştırdım, kusura bakmayın" demiş olması. Hayır yani sokakta tutup çevirdiğiniz kaç kişinin adı Anıl olabilir ki? Ayşe, Fatma, Mehmet, Ahmet kadar yaygın bir isim değil nihayetinde! Bu hayat sadece bana oynanan bir oyunsa çıkın artık, hiç komik değil!
  • "Sızım sızım
    aşksızım

    Geçen gün Figen telefonda bana:
    'Aşk var mı?' dedi
    'yok,' dedim
    'aşk sana çok yakışıyor,' dedi.

    Sesi yalansız, saydam
    bu nedenle daha çok işleyen sızı

    'Keşke olsa,' dedim
    olacak yerlerim azaldıkça
    sızım sızım

    Telefonu kapattıktan sonra
    bütün aşklarımla yalnız kaldım"


    Murathan MUNGAN

Büyük Filmlerden Büyük Replikler - Volume 81

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 01:50

0

"Whenever I try to remember my dreams, I always turn them into stories. But dreams are like life. You can't catch it with your hands because you can't catch something you don't really see. If you believe in your dreams, you could be sure that any force, a tornado, a volcano or a typhoon, wouldn't be able to knock you out of love; because love exists on its own."
(Arizona Dream - Johnny Depp)

Yürüyelim Arkadaşlar

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 00:45

0

05.12.2012 // SC Braga: 1 - Galatasaray: 2

Gülmeyi unuttuğumuz anlarda, sağ olsun, Galatasaray hatırlatıyor...
Yıllar sonra... Hak ettiğimiz yerdeyiz!

Hodejegerne

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 15:20

0

"How much is your reputation worth?"

Komünist bir sistemde yaşamıyorsanız bu sorunun net bir cevabı yoktur. Ancak kapitalist düzenin belli başlı unvanlara ve meslek sınıflarına biçtiği bir değer mevcuttur. Net olarak bilinmese de herkesin toplum önündeki yerine, sınıfına (maalesef), meslek grubuna bakarak tahmin edilebilecek aşağı yukarı bir değeri mutlaka vardır. Gündemden hiç inmeyen bir popüler müzik performansçısının ikâmet ettiği ultra-lüks konut dikkat çekmez, çünkü o kişinin içinde bulunduğu piyasada dönen para hakkında az çok fikir sahibisinizdir. Peki ya aynı bir önceki örnekte bahsi geçen konuta bir insan kaynakları uzmanı sahipse ne düşünürsünüz? Muhtemelen yılbaşı özel ikramiyesinde şansı yaver gitmiştir. Ama yok, öyle olsa mutlaka duyardınız.

Ali Ağaoğlu'nu bile kıskançlıktan çatlatabilecek bir eve, dünyanın en güzel kadınına (huyu da güzel elbette), son model bir arabaya, erkeklerinin boy ortalaması 1,82 olan Norveç'te 1,68 boya sahip bir insan kaynakları uzmanıdır Roger Brown. Başta sorduğum soru ise film başlarken Roger'in kendisine sorduğu bir soru aslında. Bir insan kaynakları uzmanına göre fazla lüks bir hayatı vardır ve istediği/isteyebileceği her şeye sahiptir. Bu kurulu düzeni devam ettirebilmek içinse bir güvenlik şirketinde çalışan arkadaşının da yardımıyla sanat eserleri çalıp, bunları karaborsada satmaktadır. Roger'ın ederi budur işte. Bir galeri açılışında tanıştığı Clas'ı gözüne kestirir. Çünkü Clas hem çalıştığı şirketin aradığı adamdır hem de çok değerli bir tablonun sahibidir. Roger büyük vurgunu için planını incelikle yapar fakat Clas'ın geçmişine dair bilmediği pek çok gerçek aydınlandıkça kendisini hiç beklemediği bir keşmekeşin içinde bulur. Sonra... Sonrası spoiler.
Son birkaç senede Norveç sinemasının hatırı sayılır bir yükselişte olduğu su götürmez bir gerçek. Öyle ki bu ivmeyi sadece festival sineması seviyesinde görmüyoruz. Hodejegerne gibi ortalama sinema izleyicisine de hitap edebilecek; hatta bunu yaparken Hollywood'un bile dikkatini çekebilecek yapımlar da üretiyorlar. Türkiye'de 2011 yılında Kafa Avcıları olarak vizyonda kendisine yer bulan ama hak ettiği ilgiyi bir türlü çekememiş olan bu film, Norveç'te tüm zamanların en yüksek gişe oranına ulaştı. Haliyle sinemanın tekelini elinde bulunduran(!) ve ne hikmetse bu sektördeki tüm yaratıcılıklarını yitirmiş ABD'li yapımcılar ellerini çabuk tutup filmin yeniden çevrimi için tüm hakları satın aldılar. Zira son yıllarda en iyi yaptıkları iş bu: Önce Uzak Doğu pazarı, şimdilerde Kuzey Avrupa...

Dram ve kara mizah öğelerinin de yer yer zekice yedirildiği film, geniş çerçeveden bakıldığında daha çok gerilim temasını ön plâna çıkarıyor. Sağlam senaryosunun yanı sıra ustalıkla işlenmiş kurgusu sayesinde seyircide her dakika farklı bir merak duygusu uyandırıyor ve filmin sonuna kadar karakterler hakkında kesin bir yargıya varılamıyor. Özellikle aklımda kalan iki sahne var ki uzun zamandır izlediğim pek çok filmde böylesine gerildiğimi, bir an önce sonuçlansın istediğimi hatırlamıyorum. Bunda tabii ki en büyük pay harika ama kesinlikle abartıya kaçmayan oyunculuğuyla Aksel Hennie'ye ait. Nihayetinde tüm doneleri üst üste koyup topladığımızda elimizde saplantılara, korkulara, hırsa ve aşka dair başarılı bir gerilim filmi buluyoruz.

Alıntı #4

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 19:00

0

Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği (S: 83)

Pazartesi Notları #120

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 00:30

0

  • Öyle sanıyorum ki eğitim sistemimizin tek sorunu kılık kıyafetmiş. Her gün aynı kıyafeti giymek zorunda kalacak çocuğun yaşayacağı psikolojik travmanın hesabını bu düzenlemeyi yapanların düşünebilecek kalibrede olduklarını sanmıyorum zaten. Okul çağındaki çocukların bedeni üzerinden siyaset yapmak; bu siyaseti "vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetler ile diz üstü etek, derin yırtmaçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek giyilmeyecek." gibi mide bulandırıcı bir madde ile yapmak düşünme yetilerinin ne üzerine çalıştığını göstermiyor mu? Düzenlemenin açıklamasını okuduğunuzda görüyorsunuz ki yasak olan her şey kız öğrencilere yasak. Off ulan off!
  • Gün geçmiyor ki ülkede yeni suni gündem patlak vermesin. Patriotları gündemden düşürmenin en güzel yolu tabii ki başbakanın dikkatleri bir TV dizisine çekmesinden geçer. Yani dünyanın başka hangi ülkesinde bir başbakanın çıkıp da TV dizisi eleştirdiğini, hatta yetkilileri gereğini yapmaya davet ettiğini görebilirsiniz! Ecdadı 30 yılını seferde geçirmiş de falan da filan da... Amerika'daki hocasına göre ise bu rakam 44. Ama tarihçilere sorarsanız size doğru sayıyı veriyorlar: 8 sene! Aslında bunlara takılmamak lazım. Dizinin adı bile Aşk-ı Derûn iken kime neyi anlatıyoruz ki? Adamlar basbayağı haşmetli(!) padişahın saray içindeki yaşamını konu almışlar ve bunu da dizinin adında belirtmişler. İzlememek gibi bir seçenek varken - ki göz ucuyla baktığını dahi düşünmüyorum - "beğenmedim, değiştirin" demek ancak Türkiye Cumhuriyeti başbakanına yakışır zaten. O Patriotları da koyuyorlar ya, birileri Ahmet Davutoğlu'na söylesin de artık ağlamasın bir zahmet.
  • Çocukluğumda bir meyvenin çekirdeğini yutarsam o meyvenin içimde filizleneceğine inanırdım. Siz inanmaz mıydınız?
  • Her sene olduğu gibi bu sene de pek çok yabancı diziyi biriktirerek izliyorum. Hafta hafta beklemek bir hayli sancılı oluyor. Hiçbir dizi Lost kadar bekletmedi o ayrı.
  • Six Feet Under, kanımca HÂLÂ gelmiş geçmiş en iyi dizi. Ülkemizde DVD'sinin bulunamıyor oluşu ise can sıkıcı.
  • The Hobbit: An Unexpected Journey için geri sayım devam ediyor: 10 gün!
  • Hayranı olduğum Starsailor'un solisti James Walsh eylül ayında çıkardığı Lullaby isimli solo albümünü 17 Ocak 2013'de Babylon'da canlı canlı seslendirecek. Not edilecek, et!
  • catwalkman.blogspot.com Güzel blog. Harika bir müzik zevki.
  • Geçtiğimiz hafta okuduğum bir habere göre bundan sonra orduda eşcinsel olmak en büyük suç kabul edilecekmiş ve eşcinsel olduğu tespit edilen subaylar görevlerinden azledileceklermiş. Adam öldürmenin şeref sayıldığı bir kurumda en büyük suçun eşcinsellik kabul edilmesi de eşcinsellerin gururu olsun.
  • Son zamanlarda Facebook'ta yayınlanan hemen hemen her şiirin altında Can Yücel imzası görüyorum. Üstelik bu şiirlerin büyük bir çoğunluğu Can Yücel'e ait değil. Her ortamda dobralığıyla hatırlanan büyük şair bugünleri görse cevabı çok net ve ağır olurdu.
  • Pazardan pazara NTV'de Refika Birgül'ü kaçırmayın derim.
  • "Gün ağmıştı. Adaçaylarımızı söylemiş miydik?
    Üç kişi bir köşede oturmuş ağ yamıyordu.
    Kimimiz aznif oynuyor, cıgara üstüne cıgara
    yakıyordu kimimiz. Sanki dünya durmuştu
    öyle dalmış gitmiştik. Kendi kendimizdik.
    Bir sürü kırlangıç dışarda camlara vuruyordu.
    Birden bir ses, yüzüne karışmış bıyıkları,
    -deniz çekildi, dedi. Hepimize tutup
    denizde gezdirdiği gözlerini. Büyük
    bir boşluk bırakıp sonra da arkasında
    kalktı.
    Biz işte o zaman gördük onu
    ve çekilen denizi.
    O zaman çıktık kendimizden.
    Dışarda bir dilim ekmek gibiydi gök."


    İlhan BERK