Hodejegerne
Posted by Anıl | Posted in sinema | Posted on 15:20
"How much is your reputation worth?"
Komünist bir sistemde yaşamıyorsanız bu sorunun net bir cevabı yoktur. Ancak kapitalist düzenin belli başlı unvanlara ve meslek sınıflarına biçtiği bir değer mevcuttur. Net olarak bilinmese de herkesin toplum önündeki yerine, sınıfına (maalesef), meslek grubuna bakarak tahmin edilebilecek aşağı yukarı bir değeri mutlaka vardır. Gündemden hiç inmeyen bir popüler müzik performansçısının ikâmet ettiği ultra-lüks konut dikkat çekmez, çünkü o kişinin içinde bulunduğu piyasada dönen para hakkında az çok fikir sahibisinizdir. Peki ya aynı bir önceki örnekte bahsi geçen konuta bir insan kaynakları uzmanı sahipse ne düşünürsünüz? Muhtemelen yılbaşı özel ikramiyesinde şansı yaver gitmiştir. Ama yok, öyle olsa mutlaka duyardınız.
Ali Ağaoğlu'nu bile kıskançlıktan çatlatabilecek bir eve, dünyanın en güzel kadınına (huyu da güzel elbette), son model bir arabaya, erkeklerinin boy ortalaması 1,82 olan Norveç'te 1,68 boya sahip bir insan kaynakları uzmanıdır Roger Brown. Başta sorduğum soru ise film başlarken Roger'in kendisine sorduğu bir soru aslında. Bir insan kaynakları uzmanına göre fazla lüks bir hayatı vardır ve istediği/isteyebileceği her şeye sahiptir. Bu kurulu düzeni devam ettirebilmek içinse bir güvenlik şirketinde çalışan arkadaşının da yardımıyla sanat eserleri çalıp, bunları karaborsada satmaktadır. Roger'ın ederi budur işte. Bir galeri açılışında tanıştığı Clas'ı gözüne kestirir. Çünkü Clas hem çalıştığı şirketin aradığı adamdır hem de çok değerli bir tablonun sahibidir. Roger büyük vurgunu için planını incelikle yapar fakat Clas'ın geçmişine dair bilmediği pek çok gerçek aydınlandıkça kendisini hiç beklemediği bir keşmekeşin içinde bulur. Sonra... Sonrası spoiler.
Son birkaç senede Norveç sinemasının hatırı sayılır bir yükselişte olduğu su götürmez bir gerçek. Öyle ki bu ivmeyi sadece festival sineması seviyesinde görmüyoruz. Hodejegerne gibi ortalama sinema izleyicisine de hitap edebilecek; hatta bunu yaparken Hollywood'un bile dikkatini çekebilecek yapımlar da üretiyorlar. Türkiye'de 2011 yılında Kafa Avcıları olarak vizyonda kendisine yer bulan ama hak ettiği ilgiyi bir türlü çekememiş olan bu film, Norveç'te tüm zamanların en yüksek gişe oranına ulaştı. Haliyle sinemanın tekelini elinde bulunduran(!) ve ne hikmetse bu sektördeki tüm yaratıcılıklarını yitirmiş ABD'li yapımcılar ellerini çabuk tutup filmin yeniden çevrimi için tüm hakları satın aldılar. Zira son yıllarda en iyi yaptıkları iş bu: Önce Uzak Doğu pazarı, şimdilerde Kuzey Avrupa...
Dram ve kara mizah öğelerinin de yer yer zekice yedirildiği film, geniş çerçeveden bakıldığında daha çok gerilim temasını ön plâna çıkarıyor. Sağlam senaryosunun yanı sıra ustalıkla işlenmiş kurgusu sayesinde seyircide her dakika farklı bir merak duygusu uyandırıyor ve filmin sonuna kadar karakterler hakkında kesin bir yargıya varılamıyor. Özellikle aklımda kalan iki sahne var ki uzun zamandır izlediğim pek çok filmde böylesine gerildiğimi, bir an önce sonuçlansın istediğimi hatırlamıyorum. Bunda tabii ki en büyük pay harika ama kesinlikle abartıya kaçmayan oyunculuğuyla Aksel Hennie'ye ait. Nihayetinde tüm doneleri üst üste koyup topladığımızda elimizde saplantılara, korkulara, hırsa ve aşka dair başarılı bir gerilim filmi buluyoruz.
Comments (0)
Yorum Gönder