Büyük Filmlerden Büyük Replikler - Volume 78

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 22:55

0

We see a deadly sin on every street corner, in every home, and we tolerate it. We tolerate it because it's common, it's trivial. We tolerate it morning, noon, and night. Well, not anymore. I'm setting the example. What I've done is going to be puzzled over and studied and followed... forever.

(Se7en - Kevin Spacey)

Hayat...

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 22:10

0

Çocukluğumuzda apartmanının altında çok gürültü yaptığımız ve defalarda camını kırdığımız için bizi kovalayan Bekir amca yok artık. Biz büyüyoruz, hayat daha güzel olmuyor. Annemizin sırtımıza fırlattığı terliğin bile tatlı bir yanı vardı o zamanlar...

Ana Somnia

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 19:40

0

Öncelikle az sonra tanıtmaya çalışacağım siteden haberdar olmamı sağladığı için Bilog'a teşekkürü bir borç biliyorum. Bunu söylemesem olmazdı, hakikaten...

Şimdi sadede gelelim. Uyku dışı durumlarda da rüya alemine erişebilmek, o eşsiz fantazi dünyasının tarifi mümkün olmayan kokusunu ayık halimizle de içimize çekebilmek mümkün müdür? Anasomnia adlı internet sitesi bu durumu, inanması zor ama, mümkün kılıyor. Son zamanlarda internette rastladığım en olağanüstü site budur kesinlikle. Anasomnia sizi sitede bulunduğunuz süre boyunca Tim Burton'un hayal dünyasına çok yakın bir noktada ağırlıyor. Sizinse siteden tam verim alabilmek için yapmanız gereken sadece iki şey var: Bir internet kamerası (web-cam) ve zifiri karanlık bir oda. Siteye girdiğinizde uykuya dalmaya hazırlanan küçük kız ışığı kapatmanızı söyleyecek. Bu isteğini yerine getirirseniz, onu rüyalarında ziyaret edebilirsiniz. Fazla zaman kaybetmeden şöyle buyrun:

http://www.anasomnia.com

Zaman Düşer Ellerimden Yere...

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 01:45

1

Bülent Ortaçgil - Değirmenler by Eftal

Adını hatırlayamadığım bir filmde hayatın en kilit noktası çok güzel bir cümle ile açıklanır. Denir ki; yaşamda en mühim şey zamanlamadır. Tüm paradokslar, paralel evren kuramları da bu noktada ortaya çıkmıyor mu? Karar vermemiz gereken anlarda işin ulaşacağı boyutu bilmeden bir doğrultuda ilerleriz. Tüm geç kalmışlıklar ve 'keşkeler'in çıkış noktası da budur.

Geçmişime ait fotoğrafların bazı şeyleri anımsatması için illa ki siyah-beyaz olması gerekmiyor. Farklı bir zaman diliminde evrene merhaba demiş olmam ya da teknolojinin farklı boyutlara eriştiği bir neslin ahvadı olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Benim de geçmişime ait beslediğim çok şey var. Yarısının ümüğünü sıkmışımdır, ama bir o kadarını da beslerim içimde, büyütürüm. Dün bir yaş daha yaşlandım ben ve doğum günleri her daim hüzünlü gelmiştir bana... Konfetilerin fışkırdığı bir havayı yaşamak şöyle dursun, düşlememişimdir bile.

Geçtiğimiz gün mesela... Çocukluğumu harcadığım sokaktan geçtim. Yanımdaki arkadaşıma yolun ortasını işaret ederek, "Şu taştan kaleye az gol atmadım abi" dedim. Öylece baktı, ve ekledi "Hani, hangi taştan kale?" diye. Haklı olduğunu söyledim, bakmak ve görmek arasındaki fark basbayağı önümüzdeydi işte, anlattığım benim anımdı, taşları ancak ben görebilirdim. Ama arkadaşlar iyidir... Mahsun Süpertitiz'e selam olsun.

Arkadaşlar iyidir... Ölümden önce, hep bahsedildiği gibi, hayatımız film şeritlerine bölünecekse eğer, bence her kısım başka bir arkadaşımız ile birlikteyken sahip olduğumuz anıları içermeli. Elde ettiğimiz tüm dostlukların belirli zaman dilimlerine mahkum olması ve giderek zaman tarafından infaz edilmesi ise işin trajik yönüdir. Misal... İlkokulda sınıfta arkadaş edinebilirsiniz, fakat dost edinemezsiniz. O yaşlardayken dost olarak addedebileceğiniz birileri varsa eğer onlar sokaktan çıkmıştır. Apartmanların zillerine basıp kaçtığınız, gizlice sızdığınız bahçelerden birlikte erik aşırdığınız, taş üstüydü goldü tartışması yaşadığınız adamlardır bunlar. Başkası değil... Annenize sabah kahvesi içmeye gelen bir akrabanın çocuğu hiç değil!

Sokakta elde edilen dostlukların ömrü uzun olur. En sevdiğiniz dostunuzun ailesi bir başka semte taşınmaya karar verdiğinde aniden de bitebilir mesela. Bilemezsiniz, vurgun ani olur. Orta öğretime geçmeniz ise başlı başına bir değişimdir. Ergenliğin getirdiği değişim, sadece dış görünüşünüze etki etmez. Arkadaşlarınızı da buna göre seçersiniz. Bu dönemde arkadaşlarınız hemcinslerinizdir. Karşı cinsi ancak arkadaş yaftası altında aldatırsınız. Duygularınıza karşılık vermiyorsa eğer, zaten hiçbir zaman arkadaşınız olmamıştır. Her şeyin bittiğini düşündüğünüz dönemde ise üniversitede bulursunuz kendinizi. Başka şehirler, başka dostlar, başka öyküler demektir bu...

Bir insan akrabalarını seçemez mesela... Size bunlar verilmiştir, elinizdekiler budur. Ve siz kuzeninizi, teyzenizi, amcanızı ya da kan bağı taşıdığınız herhangi birini değiştirme kudretine sahip değilsinizdir. Verileni kabullenirsiniz. Yine bu yüzdendir akrabalar arasındaki anlaşmazlıkların çoğu. Ana-baba gibi birincil kavramları dışarıda tutarsak, geride kalan alayının size karşı hissettiği sevgi saygı zorunludur. Aksini iddia eden beri gelsin... Fakat dostluk böyle değildir. İnsan dostunu kendisi, duygularına kulak kabartarak seçer. Yanıldıysa değiştirebilme ihtimali de vardır üstelik. Birbirlerini tüm yönleri ile tanıyan bu insanların, birbirlerini kardeş olarak görmelerinin altında da bu ortak paylaşılmışlık hissi yatar. Öz kardeşiniz ile buzdolabında kalan o tek gofret için tartışmaya girebilirsiniz, ama dostunuza bunu yapamazsınız, yapmazsınız. Üniversite yıllarımda aynı evi paylaştığım, zaman zaman evimizin salonundan da küçük o yurt odasının buhran havasını birlikte soluduğum adları bende saklı dostlarım... Sevdiğimiz kız yüz vermeyince birbirimiz için programlarımızı iptal eden bizdik. "Olsun be abi, bu ay da elektriği ben öderim"i içtenlikle dile getiren hangimizdik acaba? O gün için birimizdik işte, başka gün olsa öteki olurdu. Şimdi aynı şehrin denizine bakmıyoruz onlarla, kahkahalarımızı da gözyaşlarımızı da aynı evin duvarları izlemiyor belki... Fakat balkona çıkıp başımı gökyüzüne kaldırdığımda biliyorum ki o an aynı yıldızı seyrediyoruz.


Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına...

Man-Crush on Jack Bauer

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 19:40

0

Pazartesi Notları #116

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 19:30

1

  • Çocukluğumda birden çok alternatifli kitaplarım vardı. Şimdi "Nasıl oluyor öyle?" diyenler için ayrıntıya gireyim. Bu öykü kitaplarının her sayfasının altında size iki seçenek sunuluyordu, "Şöyle olmasını istiyorsanız X sayfaya, böyle olmasını istiyorsanız Y sayfaya atlayınız" gibi... Haliyle bir öykü için, hem de aynı kitapta, en az 10 tane alternatife sahip oluyordunuz. Hatırladım da, çok güzeldi... Kaybetmeseydim keşke...
  • YouTube üzerindeki sansür kalktı, fakat ben yine de sahte DNS adresimi değiştirmedim. Bu ülkede sansüre uğrayan tek site YouTube değil!
  • Royal Halı'nın reklamı müthiş. Hani şu bakterinin "Jokunamaam, jokunamaaam" diyerek şarkı söylediği reklam. Beslenir ki o bakteri... Hazır YouTube açılmışken, izlememişler buradan izleyebilir.
  • Bizde de Cadılar Bayramı olsaydı, biz de "Trick or Treat" yapmaya kalksaydık...
  • İzledikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim, şu ana dek yapılmış - açık ara - en iyi dizi Six Feet Under'dır. Dizi baştan sona mükemmel, finali dillere destan... Yıllardır Lost ile harcanan ömrüme yazık.
  • Öte yandan 24 de bitmese iyiydi aslında. Jack Bauer'dan başka kim karşılayacak benim adrenalin ihtiyacımı? Damn It!
  • Kanımca şu an devam eden diziler arasında en izlenmeye değer olanı Dexter'dir. Michael C. Hall'un olduğu tüm işlerin altına imzamı atarım ben.
  • Meşhur bisküvilerin mini boyunu çıkarmak hazır moda olmuşken, Probis'e de el atsın birileri...
  • FIFA 11'in oyun müzikleri arasında yer alan "Ace of Hz" müthiş.
  • Bundan böyle en yakın arkadaşıma bile ödünç kitap vermeyeceğim. Ortadan ikiye katlanmış, sayfaları yırtılmış kitaplarımı bir de utanmadan teslim etmeye kalkmıyorlar mı...
  • Apaçi müziği ne kadar sinir bozucu değil mi?