Pazartesi Notları #119

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 13:15

  • Bir itirafla başlayalım: İnternet ortamında kullanmakta olduğum nick kabul ediyorum ki ergenlikten kalma ve sırf sürekliliği bozmamak adına değiştiremiyorum. Tanıyan az buçuk insan bu kullanıcı adı ile tanıdı beni. Yine de bir yerlerde "morannon" ya da "osgiliath" gibi kullanıcı adlarını görürseniz, onlar da ben olabilirim. Olmama ihtimalim de az değil.
  • Eskiden Blogger hep dutluktu. Farklı bir büyüsü vardı işte. Güzel insanların evi gibiydi. Özellikle birkaç sene öncesine kadar Blogger'da bulunmaktan büyük keyif aldığımı hatırlıyorum. Birçok da arkadaş edindim ama ben onları pek çoklarının gördüğü gibi "sanal arkadaş" olarak görmeyi yok sayıyorum. Gündelik yaşantımızda gittiğimiz okulların, çalıştığımız iş yerlerinin,yaşadığımız mahallenin bizlere dayattığı zorunlu arkadaşlıklardan çok daha fazlasını verdiğini düşünüyorum ben. Sormazsınız ya, "neden" sorusuna da cevap vereyim. Şöyle ki; burada siz bir ilgi alanı yaratıyorsunuz ve sizin kim olduğunuza dair zerre fikri olmayan insanlar yaratmış olduğunuz alan dolayısıyla sizinle iletişime geçiyor. Herhangi bir zorunluluk yok yani ortada. Demem o ki; pek çok Blogger bir vakit bana çok büyük iyilik etti farkında olmadan. Şimdi o güzel Blogger'lar o çirkin Tumblr'lara binip gittiler... Çok ayıp ettiler!
  • Hayatı Holden Caulfield tadında yaşamak istiyorum. Fakat istemek hiçbir şeydir, biliyorum; harekete geçmek her şey.
  • Yıl olmuş neredeyse 2013, Çelik bile değişmişken bir türlü değişemeyen o kadar insan var ki. Çelik'in değişmesini de ağza çok sakız ettik, farkında değilim sanmayın.
  • Özel bir havayolu şirketinin "Kızınızın ismini en yeni uçağımıza verelim" gibi aşırı seksist ve aynı oranda iğrenç bir kampanyası var. Sanıyorum yeni uçağın halk arasında yaygın olarak kullanılan "kız gibi" sıfatına layık olduğunu düşündükleri için bu yolu seçmişler.
  • Bazen hiç mutlu olamayacağınızı hissettiğinizde öyle bir an geliyor ki duygularınız 180 derece değişebiliyor. Geçtiğimiz hafta sonu Felipe Melo'nun son dakikada kurtardığı penaltı da böyle anlardan biri işte. Galatasaray da olmasa 'umut' ve 'mutluluk' kelimelerinin anlamı için sözlüğe bakardık pek çoğumuz.
  • Hükümet CERN'den elini ayağını çekmeye karar vermiş. Bilime yatırım yapana kadar diyanete milyarlar harcarız, değil mi ama!
  • Tekrar izlemek lazım: Los lunes al sol (Güneşli Pazartesiler). Hatta abartıp hayatımızın filmi yapmalıyız birçoğumuz.
  • Bu haftayı da Özdemir Asaf ile kapatalım; sağlıcakla:

    "Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden
    inanırdım saadetli yolculuklara;
    adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz
    Bütün hızımla koşardım dalgalara
    o zaman beni görseydiniz...

    Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden
    beni o zaman görseydiniz
    siz de gelirdiniz peşimden

    Ama şimdi şu akşam saatinde
    son liman kendim, bu döndüğüm;
    bilmiş, bulmuş, anlamış
    hatırımda, bir vakitler güldüğüm
    yoluna can serdiğim o kaçış

    Şimdi, şu akşam saatinde
    dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış
    denizlerin doymayan sahilinde."

Comments (0)