Acılarımız Hayrolsun

Posted by Anıl | Posted in | Posted on 21:32

Postanedeki işimi hallettikten sonra hızla geçtim caddeyi. Ayaklarımdaki ağrıdan değil ama biraz da aceleden sağdaki ilk sokağa girdim. Eğer ki bir yere kestirmeden ulaşmaksa hedefiniz bu dar yollar her zaman işe yarar. Hayatın kendisine de kestirmedir aslında sokaklar. Yaşamın belli başlı temel kurallarını her insan çocukluğunda sokakta öğrenmiştir. Neyse, sokaklar her halükârda iyidir ve benim anlatacağım şey sokakların iyiliği değil.

Çocukluğumdan kalma bir manzara vardı karşımda. Taşlardan yapılma iki kale ve arabanın altına kaçmış bir topu tekmeleriyle çıkarmaya çalışan ufaklıklar. Bir tanesi kenarda oturmuş; ağlıyor. Top sahibi oynamasına izin vermediği için değil pek tabii. Nihayetinde bir çocuk ancak "düşmek" fiili vuku bulduğunda ağlar; ya annesine güç bela aldırdığı dondurması düşecektir yere ya da kendisi. Sağ dizinden akan kan yeni olduğu her halinden belli olan ayakkabısını kırmızıya boyamış. Arkadaşları arabanın altından çıkardıkları topla çoktan hayallerinin peşinde koşturmaya başlamışlar. Yalnızlık zor zanaat. Hele hele çocuksanız daha da zor.

Fiziksel acı insanı ancak çocukken ağlatabiliyor. Yaklaşık 4 sene evvel (vay arkadaş, o kadar olmuş mu) sol köprücük kemiğimi kırdığımda farkına vardım bu durumun. Bugüne değin fiziksel olarak hissettiğim en yoğun acıydı ve ben ağlamamıştım. Ağlamak istemiştim ama yapamamıştım. Yaşı ilerledikçe insan anlıyor ki onu artık sadece ruhsal acılar ağlatabiliyor. Pirinç tanelerini kıskanıyorum bazen. Bir eleğin içinde kötü olanlarından ayrılabiliyorlar ve ortaya kusursuz bir pilav çıkıyor. İnsanlar için de bir elek olmaması büyük kayıp bence. Düşünsenize canımız istediğinde giriyoruz içine ve puf(!); diğer tarafa gereksiz acılarımızdan arınarak bambaşka bir şekilde geçiyoruz.

"Puf" ne lan!

Comments (0)