Neye Yarar Hatıralar?
Posted by Anıl | Posted in hayat, öylesine | Posted on 22:40
0
İnsan belli bir yaşa geldiyse ve henüz çok sevdiği birini ebediyete uğurlamamışsa zamanının büyük bir bölümünü olası kayıplarını düşünerek geçiriyor. İş yok, tuttuğu takım yenilmiş, sevgilisi terk etmiş, girdiği sınavdan kalmış... Gece olup da başını yastığa koyduğun o an hepsi sıradan şeyler oluveriyor bir anda. Ölümü düşünüyor insan, günü geldiğinde sahip olabileceği tek şeyi. Kendi ölümünü değil ama çokça sevdiklerinin. "Kaybedersem ne olur" dediklerinin...
Sonra gün geliyor, o zamana kadar hep filmlerde olur sandığın şeyin tam ortasında buluveriyorsun kendini. Bir hastane koridorunda yere çökmüş beklerken az sonra karşı odanın kapısında görünüverecek doktorun gözlerinde umudu arıyorsun. Vermiyor ama sana... "Biz elimizden geleni yaptık" demekle yetiniyor. Koridorun öteki tarafında senden pek de farkı olmayan babanın hıçkırıkları çalınıyor kulağa...
"Son"dan 10 gün önce böbreklerinin %18'inin çalışır durumda olduğu gerekçesiyle hastaneye kaldırılıyor çakı gibi kadın. Yoğun bakım ünitesine alınıyor ve günde yanına sadece bir ziyaretçi kabul edildiği için göremiyorum uzun süre. Umutlu haberlerini alıyorum ama... Güçlü kadındı benim babaannem. Kaç defa çomak sokmuşluğu vardı feleğin tekerine, bunu da atlatırdı elbet... İlkokula giderken rahatsızdı, annemin beni banyo yaptırırken "Babaannen bu ameliyattan sağ çıkamayabilir, metanetli olmalısın" diyerek teselli etmeye çalıştığı günler dün gibi. Hiçbir şey olmadı babaanneme. Dedim ya güçlü kadındı. Ortaokula geçtiğimde kalbi rahat bırakmadı bu kez. Önce anjiyo, ardından by-pass oldu. Doktorların yediğine içtiğine dikkat et uyarılarını "atın ölümü arpadan olsun" diyerek geçiştirdi. Keyfine düşkündü babaannem. O yüzdendir ki hayatını doktorlar değil, kendisi yönlendirdi. Üniversitedeyken de askerdeyken de sağlık sorunları hep oldu ama o hayatı istediği gibi yaşamaktan bir gün olsun vazgeçmedi.
20 Mart'ta yoğun bakımdan çıkardılar babaannemi. Kardeşimle birlikte soluğu yanında aldık. Hastane şartlarından şikayet ediyordu. "Şuradan bir çıkayım, yazın köye gidip köfte yapıp yiyelim" dedi. Uzun zamandır görüşmedikleri annemin akşam ziyaretine geleceğini söyledim, gözleri doldu. "Sen de gel" dedi. Akşam kursumun olduğunu ama ertesi gün yeniden yanına geleceğimi söyledim. Gidemedim... Sanki yoğun bakımdan herkesle son bir kez helalleşebilmek için çıkmış gibi gece yarısı yeniden yoğun bakıma alındı. Sonradan öğrendim ki o akşam hastane odasında ikisi de karşılıklı ağlaşmışlar: Annem ve babaannem.
Yoğun bakımda iken aynı odada kaldığı iki kişinin ölümüne tanıklık edip, bunu o gece anneme; "Herkes böyle ölüyorsa ölmek çok zor" diyen kadını bundan tam bir ay önce, 23 Mart'ta kaybettik. Her ay en az bir kez 3-4 günlüğüne gittiğim yaşadıkları ilçeye gitmek bu kez çok zor oldu. Çocukluğumun ziyafetlerle, aile eğlenceleriyle geçtiği o kocaman eve bu kez başka bir gerekçeyle girmekten daha fazla can sıkan şey ise o koca evde dedeyi tek başına bulmaktı. Evin içinde nereye bakarsam bakayım gördüğüm tek şey babaannemin her bir köşeye bıraktığı emeğiydi.
Zamanında okuduğum bir yazıda yakınını kaybeden bir insanın geçeceği dört aşamadan bahsediliyordu. Buna göre kaybedenin ardından ilk hissedilen inkardı. "Ölmedi ki" demekte ararmış insan çareyi. Sonra bunu isyan evresi takip edermiş. "Hepimizin gideceği yer orası" klişesine "Neden" sorusuyla karşılık verilirmiş. İsyanın yerini matem alırmış bu kez... Baktığın her yerde onun yokluğunu görür, kadehini göğe kaldırıp seni bir yerlerden izlediğine inandığın o güzel insana selam çakarmışsın... En nihayetinde sonsuz özleme ulaşırmış insan. O kişi yanından hiç ayrılmaz, nihai sonuna dek bir yanında hep saklı kalırmış. Sanırım şu an benim de içinde olduğum evredir burası... Dolabı her açışta artık içini dolduracak bir beden bulamayan elbiseler ile göz göze gelince çöken tarifi mümkün olmayan bir özlem... Kaç sene daha yaşarım bilemiyorum ama nefes alıp vermeye devam ettiğim müddetçe güzel babaannemi tekrar göremeyecek olmak hissi beni yiyip bitiriyor. Şarkı da güzel söylüyor ama:
"Gittin şimdi sen, yoksun yanımda
bir şey istemem, neye yarar hatıralar?"
Sonra gün geliyor, o zamana kadar hep filmlerde olur sandığın şeyin tam ortasında buluveriyorsun kendini. Bir hastane koridorunda yere çökmüş beklerken az sonra karşı odanın kapısında görünüverecek doktorun gözlerinde umudu arıyorsun. Vermiyor ama sana... "Biz elimizden geleni yaptık" demekle yetiniyor. Koridorun öteki tarafında senden pek de farkı olmayan babanın hıçkırıkları çalınıyor kulağa...
"Son"dan 10 gün önce böbreklerinin %18'inin çalışır durumda olduğu gerekçesiyle hastaneye kaldırılıyor çakı gibi kadın. Yoğun bakım ünitesine alınıyor ve günde yanına sadece bir ziyaretçi kabul edildiği için göremiyorum uzun süre. Umutlu haberlerini alıyorum ama... Güçlü kadındı benim babaannem. Kaç defa çomak sokmuşluğu vardı feleğin tekerine, bunu da atlatırdı elbet... İlkokula giderken rahatsızdı, annemin beni banyo yaptırırken "Babaannen bu ameliyattan sağ çıkamayabilir, metanetli olmalısın" diyerek teselli etmeye çalıştığı günler dün gibi. Hiçbir şey olmadı babaanneme. Dedim ya güçlü kadındı. Ortaokula geçtiğimde kalbi rahat bırakmadı bu kez. Önce anjiyo, ardından by-pass oldu. Doktorların yediğine içtiğine dikkat et uyarılarını "atın ölümü arpadan olsun" diyerek geçiştirdi. Keyfine düşkündü babaannem. O yüzdendir ki hayatını doktorlar değil, kendisi yönlendirdi. Üniversitedeyken de askerdeyken de sağlık sorunları hep oldu ama o hayatı istediği gibi yaşamaktan bir gün olsun vazgeçmedi.
20 Mart'ta yoğun bakımdan çıkardılar babaannemi. Kardeşimle birlikte soluğu yanında aldık. Hastane şartlarından şikayet ediyordu. "Şuradan bir çıkayım, yazın köye gidip köfte yapıp yiyelim" dedi. Uzun zamandır görüşmedikleri annemin akşam ziyaretine geleceğini söyledim, gözleri doldu. "Sen de gel" dedi. Akşam kursumun olduğunu ama ertesi gün yeniden yanına geleceğimi söyledim. Gidemedim... Sanki yoğun bakımdan herkesle son bir kez helalleşebilmek için çıkmış gibi gece yarısı yeniden yoğun bakıma alındı. Sonradan öğrendim ki o akşam hastane odasında ikisi de karşılıklı ağlaşmışlar: Annem ve babaannem.
Yoğun bakımda iken aynı odada kaldığı iki kişinin ölümüne tanıklık edip, bunu o gece anneme; "Herkes böyle ölüyorsa ölmek çok zor" diyen kadını bundan tam bir ay önce, 23 Mart'ta kaybettik. Her ay en az bir kez 3-4 günlüğüne gittiğim yaşadıkları ilçeye gitmek bu kez çok zor oldu. Çocukluğumun ziyafetlerle, aile eğlenceleriyle geçtiği o kocaman eve bu kez başka bir gerekçeyle girmekten daha fazla can sıkan şey ise o koca evde dedeyi tek başına bulmaktı. Evin içinde nereye bakarsam bakayım gördüğüm tek şey babaannemin her bir köşeye bıraktığı emeğiydi.
Zamanında okuduğum bir yazıda yakınını kaybeden bir insanın geçeceği dört aşamadan bahsediliyordu. Buna göre kaybedenin ardından ilk hissedilen inkardı. "Ölmedi ki" demekte ararmış insan çareyi. Sonra bunu isyan evresi takip edermiş. "Hepimizin gideceği yer orası" klişesine "Neden" sorusuyla karşılık verilirmiş. İsyanın yerini matem alırmış bu kez... Baktığın her yerde onun yokluğunu görür, kadehini göğe kaldırıp seni bir yerlerden izlediğine inandığın o güzel insana selam çakarmışsın... En nihayetinde sonsuz özleme ulaşırmış insan. O kişi yanından hiç ayrılmaz, nihai sonuna dek bir yanında hep saklı kalırmış. Sanırım şu an benim de içinde olduğum evredir burası... Dolabı her açışta artık içini dolduracak bir beden bulamayan elbiseler ile göz göze gelince çöken tarifi mümkün olmayan bir özlem... Kaç sene daha yaşarım bilemiyorum ama nefes alıp vermeye devam ettiğim müddetçe güzel babaannemi tekrar göremeyecek olmak hissi beni yiyip bitiriyor. Şarkı da güzel söylüyor ama:
"Gittin şimdi sen, yoksun yanımda
bir şey istemem, neye yarar hatıralar?"